19 Ağustos 2010 Perşembe

Alice'in Yalanları


İnatla kavrulmuş bir saflıktı tek görmek istediğin dünyanın karanlığında Alice.Çocukluğumun köşesinden tuttun, sürükledin süt süt yalanlarına.Zoru gördün ,sevmedin onu,kaçtın hayallerine.Tatlı bir sığınaktı harikalar diyarın ve kahramanların.Sandım ki mor maviyse bana,budur gerçek.Bir kapı açtım ,içime kaçtım, moru mavi yaşadım.Sen hep şekerlemeleri sevdin Alice.Oysa kekremsi bir tat bırakmalıydı belki de direncimize yenik düşen engeller.Bana yalan söylediler Alice,bana yalanı sen söyledin Alice! Buharlaşan kedi,mavi tırtıl, şapkacı aradım durdum karşılaştığım insanlarda onları hep.Ama aslında ikimizde birer egolu "bok" tuk Alice.Kendini buğday ambarında sanan tavuklardan pek de bir farkımız yoktu.Ne adam gibi bir işe yaradık ne de birşey olabildik.Biz kadın bile olamadık. Ah be alice koca memelerimizle çocukluğumuzun çimenli tepelerinde koşuşturup durduk.Şimdi ben gidiyorum Alice,azad et tüm yanılgılarımı.Açtığın o kapıdan arkamı dönüp gidiyorum ,öldürecek ejderham bile yok.Fırtınaya karşı dimdik durmaktansa denize karşı oturup rüzgarın bana esmesini bekleyeceğim.Belki bir gün başka bir diyarda görüşmek üzere Alice.Hayallerle kal,Hayallerde kal.

6 Mayıs 2010 Perşembe


susuzluğum dinmedi hala.düşlerin soğukluğundan mıdır ödenmiş kefaretlerimin bana kucak açmamasından mıdır?bilemedim.hep bir yerlere koştum ateşimle ama bir türlü dindiremedim sözümü geçiremedim.eğmedi eğemedi bir türlü kafasını öne içimdeki dizginsiz atlar.ben hiç korkmadım aslında.tuvallerim boş kaldı, ayağımın altındaki çanakları kırmışım görmedim.denizden gelen rüzgar okşarken saçlarımı hiç ağlamadım ağlama dedim yüreğime tut kendini.lakin pes! tüm kanallarımın baraj kapıları kırıldı artık dayanıcak beton kalmadı hüznümün hırsına.peltek bir tutku savurdu bir kenara usumu ve seslendim usulca boşluğa beni bırakma beni.. bırakma..

17 Mart 2010 Çarşamba


ben en çok ateşin çiçeklerini sevdim
bilinmeyen ülkenin sahipsiz,yalınayak çocukları topladı
onları karanlıkta
sonra soysuz ilan edildiler soylu soysuzlarca

ergenlik sancıları-3


sarı,yeşil,beyaz,siyah,mavi
hangi renk senin gözlüklerin çocuk?
görebiliyor musun gördüklerimi?
boyalı bedenler yığılmış her yere
keskin et kokusu
sızıyor mu damarlarına kılcal kılcal
ben miyim kör?
susma çocuk!
kırdım gözlükleri ben
hiç sevemedim ki...
sen bilirsin çocuk
zaman babanın bacak arasına sıkışmış ömürlerimizde
saklı cam kürelerimiz ceplerimizde
kır onları,al avucunun içine
bırak kanasın ellerin
korkma saftır kanın
sen gör yeter ki bir kere aynada
ellerinle kana buladığın yüzünü...

ergenlik sancıları-2


soysuzluğundan tohumlanan tümcelerinin gerisinde...
farzedişlerinin susmaz yenilgisinde..
ve közlerin dökülürkn bir bir bağrından...
tut!
sadece kendi kulluğunda
ol!
sadece enkazın ortasındaki papatya
ve sus!
sadece boş kutuların dibine
hiç!
heplerin dairliğinde...
sana dair
bana dair
ve aşka dair
nerde kalmıştık?

ergenlik sancıları-1


şöyle bir bakınca uzaktan öylece duran kristal bir kasesin ey hayat.daha düşünemeden nasıl dolduracağımı içini elime almak istiyorum bir hevesle seni.dokunuyorum avuçlarıma yerleşemeden paramparça oluveriyorsun.o anda anlıyorum aslında hiçbir zaman bütün olmadığını.herbir parçan ayrı taraflara dağılıyor.ayaklarımın altında hissediyorum tüm acını. batıyorsun ve kanatıyorsun.binlerce küçük yarık ayağımda.acıtmayan parça yok ki.ne huzur,ne dostluk,ne aşk,ne paylaşım,ne sevgi,ne...ne...ne...şeklin yok,rengin yok,tadın yok.sadece acıların,acımaların ve acıtmalarınla varsın.yine de varsın ve olmak zorundasın.varsan beni de varediyorsan yani sürecimi sen belirliyorsan kavramak gerekli çözüm ilüzyonunun yoksunluğunu.iki temel direğin var neden ve sonuç.bunlar arasında gidip geliyorsun.bu kadar basitsin.üstüne çıkmak ya da altına gerilemek zor yine de.seninle oynayabilirim.ama bu oyunda kazanmak ve kaybetmek için çelik gibi güce sahip olmam yetmez.gücün ta kendisi olmalıyım.

2 Ocak 2010 Cumartesi

gözlerimiz kapalı bir merdivene itiliyoruz "hadi çık" diye.kimi basamak çivili kimisi çivisiz.çivilere basarak ilerliyoruz çok kanatıyor evvelleri lakin bir vakit sonra gönül gözü görür oluyor çivilere bastırmadan bastırsa bile kanatmadan çıkarıyor o nasır tutmuş ayakları.ta ki merdivenin sonuna,zirvesine ulaştığımızda bir el açıveriyor gözlerimizi tek gerçeği iyice görelim diye işte o el ölümün eli.
gökmaviyi pamuklar kapladığı vakit düşer benliğimin kar taneleri usulca yüreğime.her eriyiş kopacak her fırtınanın habercisidir aslında.susuz kalmış kadim ruhum onca kuraklığın ardından hazır mıdır yeşermeye?oysa kimsenin bilmediği dağlarda nice humuslu topraklar vardır sırtımızı döndüğümüz istekli ya da isteksiz.kırbaçlana kırbaçlana öğretildik olduğumuz yere mıhlanıp kalmayı.korku muydu bizi bunca bereketten alıkoyan? esaretin şimşeklerini çaktırmak gerek şimdi bir bir üstüne varsa bile yok olsun diye.ya kırıl beni kırdığın kadar ya da kaç kurtul bir daha uğrama topraklarıma.gönül kervanımın kuşları kimbilir hangi diyarlarda kanat çırpacak kavuşunca özgürlüğe?bilinmez. hiç ışık yakmadıysam aydınlıkta,yetsin diyedir gücüm çöktüğünde karanlık çöllerime. ezelden ebediyetedir yolum vaktidir göçün.